10 Ağustos 2011 Çarşamba

Bloga Yazılcaklar

Aslında sürüyle şey var bloga yazmak istediğim, yazmam gereken veya yazıp rahatlayacağım. Ama gelmiyo içimden yazmak, anlatmak. Biraz üşendiğimden, biraz yazdıklarımın internet ortamında herkes tarafından görülebilecek olmasından ve biraz da yazsam da ne olacak ki? mantığından.

Neyse umarım yakın bir zamanda atarım bu miskinliği üzerimden ve yine karalarım iki üç şey buraya. O zaman kadar, hala takip eden varsa eğer, görüşmek üzere.

Melih
Yazıyı Paylaş!

10 Haziran 2011 Cuma

Panda' nın Müslüm Baba Reklamına Karizma Rötuşu



Son bir aydır dondurma markası Panda' nın ünlüler oynatarak yaptığı reklamlar tvlerde yayınlanıyor. Panda reklamlarında oynayan ilk ünlü Hande Yener olurken, birkaç hafta sonra bu sefer reklamların favori ismi Müslüm Gürses bu reklam kampanyasında yerini almıştı. Müslüm Gürses reklamda "Hem büyükleYe hem küçükleYe işte nefis donduYma, panda panda panda, panda enfes donduYma" şeklinde Panda' nın cingılını söyledikten sonra maskot panda ayısı "size baba diyebiliy miyim Müslüm Baba?" diye sorduğunda ise "babalık mabalık kalmadı pandacığım, ben de çocukluğuma döndüm, Y haYfini söyleyemiyoYum aYtıııık" diye konuştuğunda eminim herkes biraz şaşırmış ama takiben tebessüm etmiştir. Yılların Müslüm Babası ekrana çıkmış, R leri söyleyemeyen bir çocuk misali Y harfi ile konuşurken, üstüne bir de babalık kalmadı diyordu.

Ben Müslüm Gürses' i şimdiye kadar dinleyen biri olmadım hiç, ama saygı duyarım, asla kötülemem. Panda reklamındaki bu rol ise onun ne kadar sorunsuz ve kaprissiz bir insan olduğunu gösteriyordu bence. Ta ki o reklamları bugün tekrar ama büyük bir farkla izleyene kadar.

Sanırım bu reklam yayınlandıktan sonra belli bir kesimin ciddi tepkisini çekmiş olacak ki, reklamı asıl özel kılan kısımlar olan Müslüm Baba' nın R leri Y olarak söylediği kısımların çoğu çıkarılmış, markanın mottosu olan "Panda enfes donduYma" olarak olarak söylenen kısım ise "Panda enfes donduRma" olarak rötuşlanmış. Bence hoş olmamış, bir işe başlıyorsanız sonuna kadar gideceksiniz. Ama bu olaya bir de Müslüm Gürses fanatiklerinin gözünden bakmak gerek tabi.

Neyse kısacası güzel ve eğlenceli bir proje normal bir reklama dönüşüp bütün ayrıcalığını, özelliğini kaybetmiş. Sonradan pişman olunacak şeyleri önceden iyi düşünüp işe başlamak gerekmiş demekki...

hala izlememiş olan azınlık için reklamın videosu:

muslum gurses - panda reklam filmi | izlesene.com

Yazıyı Paylaş!

4 Haziran 2011 Cumartesi

Film İnceleme - THOR


İşte başka bir MARVEL harikası karşımızda. Gelecek senenin belki de en çok merakla beklenen filmi olan "The Avengers" kadrosundaki süper kahramanların bireysel filmleri teker teker vizyona giriyor. Bu seferki kahraman ise Şimşek Tanrısı THOR

Öncelikle bilmeyenler için Thor' un kim olduğunu söyleyeyim. Thor; iskandinav mitlojisinde en güçlü tanrı olarak kabul edilir. Şimşek tanrısıdır ve silah olarak yıkım gücü fevkalade olan bir çekice sahiptir.

Thor filminin 3-4 ay önce başlayan fragmanlarından çok etkilenmiş ve adeta mayıs ayının gelmesini iple çekmiştim. Sinemada süper kahraman yapımlarını izlemek benim için her zaman ayrı bir tutku olmuştur. Iron Man, Incredible Hulk gibi son yıllarda yapılan bu tarz filmlerin yükselen kalitesi bu film için büyük beklentiler yaratmama neden olmuştu. Geldiğinin ilk haftası gittim filme ve tamamen aksiyona ve kaliteye doymuş olarak çıktım salondan.

Filmin hikayesine hafiften değinecek olursak, Thor babasının yerine geçip kral olacağı gün, krallığa buz ırkı tarafından bir saldırı gerçekleşiyor ve tüm seramoniyi bir kenara bırakılıp düşmanlar alt ediliyor. Thor böyle bir saldırının karşılıksız kalmaması gerektiğini savunarak babasına karşı saldırı yapma önerisinde bulunuyor ama kral Odin bunu kabul etmiyor. Thor babasını dinlemeyerek kendi kafasının dikine gidiyor ve arkadaşlarından oluşan ekibi toplayıp buz ırkı diyarına giderek karşı saldırı başlatıyor. Babası bunu öğrendikten sonra bu sorumsuzluğunu cezalandırıyor ve tüm güçlerini elinden alıp dünyaya sürgüne yolluyor. Ve ardından Thor' un inanılmaz güçlü silahı Mjöllnir' i (çekiç) de evrende bir köşeye yollayıp bu gücü hakedecek kişinin Thor' un tüm güçlerini alabileceğini söylüyor.

Daha fazla detayla önemli noktalar için spoilerlar yazmak istemiyorum ama filmn başlangıcı bu şekilde oluyor.

Filmde Thor' u oynayan Chris Hemsworth role cuk oturmuş! Adam sanki bu rol için bekliyormuş. Filmi izleyince siz de aynı kanıya varacaksınızdır. Ayrıca Hemsworth' ün bu film için özellikle kas egzersizleriyle çok başarılı bir iş çıkardığını söylüyor ve sahip olduğu vücudu hafiften kıskanarak çok saygı duyuyorum! Thor' un babası Odin rolündeki Anthony Hopkins de tam bir kral duruşuyla rolün üstesinden ustalıkla geliyor. Filmde diğer dikkat çekici karakter ise bilim kadını Jane Foster' ı canlandıran Natalie Portman.

Film Ankara' da sadece 3 boyutlu gösterildiği için Real 3D ya da IMAX teknolojilerinden birini seçmem gerekiyordu, çok düşündükten sonra Cinebonus Real 3D' yi seçtim ve çok memnun kadığımı söylemeliyim.

THOR filmi bu aksiyon, bilim kurgu ve süper kahraman tarzı filmleri sevenler için mükemmel bir seçim olacaktır. Tereddütünüz varsa düşünmeyin bile derim, 115 dakikalık bir şaheser sizi bekliyor.

Thor karakterini seneye Avengers filminde tekrar izleme şansına kavuşacağız. Ama bu sefer yanında Iron Man, Hulk, Captain America, Black Widow, Hawk Eye gibi kahramanlar da olacak ve eminim o film tadından yenmeyecek!

Bu arada önemli bir not; Marvel yapımı filmlerin hemen hemen hepsinde bulunan cast yazılarının sonundaki "Bonus Görüntüleri" izlemek için mutlaka salonda kalın. Film bittiği ve ışıklar yandığı anda salondan çıkanlar, bir sonraki filmler için ipucu verecek sahneleri kaçırıyorlar. Yapılcak en iyi şey, oyuncu isimleri ekranda kayarken müziklerin tadını çıkarın ve son sahneyi bekleyin.

İşte Thor filminin bir fragmanı da aşağıda;

Yazıyı Paylaş!

1 Haziran 2011 Çarşamba

Kitap Tavsiye: Açlık Oyunları ( The Hunger Games )


Henüz okumayı bitirmiş olduğum Suzanne Collins’ in elinden çıkan “Açlık Oyunları” üçlemesinden biraz bahsetmek istiyorum.

Hikâye yakın bir gelecekte geçiyor. Capitol ( başkent ) şehrinde bulunan hükümetin himayesi altındaki, şehrin dışına sırayla konuşlandırılmış 13 farklı mıntıkanın var olduğu bir düzen söz konusu kitapta. Her mıntıkanın Capitol tarafından adanmış farklı görevleri var bu düzende. Mesela bir mıntıka tamamen balıkçılık yaparak Capitol’ a balık ürünleri sağlarken, bir mıntıka tarım ürünleri, bir mıntıka teknoloji ürünleri ve bir diğer mıntıka ise kömür sağlıyor ve böylece Capitol halkının lüks yaşamlarını devam ettirmelerini sağlıyorlar. Kitabın temel konusu kömür sağlamakla görevli 12. mıntıkadan bir genç kız etrafında şekilleniyor.

Capitol, sömürgeci ve çok katı kuralları olan bir hükümet. Geçmişte bu acımasız düzene daha fazla dayanamayıp topluca ayaklanarak isyan gerçekleştiren, fakat Capitol tarafından durdurulan mıntıkalardan, 13. mıntıka yok ediliyor ve kalan diğer tüm mıntıkalara yaptıkları hatayı hiç unutmamaları için ömür boyu sürecek bir ceza veriliyor. Bu cezaya göre, her mıntıka belirlenen zamanlar geldiğinde 12–17 yaşları arasında bir erkek ve bir kız çocuğunu kura ile belirleyip, adı “AÇLIK OYUNLARI” olan ve sonunda sadece bir kazananın olacağı, ölümcül bir oyuna yollamak zorunda kılınıyor. Bu oyunla birlikte Capitol’ ın amacı, “istediğimiz zaman sizin en sevdiğiniz varlıkları bile elinizden alırız” diyerek muhtemel bir ayaklanmayı önlemek oluyor.

Hikâye, başkahraman olan 12. mıntıka sakini Katniss Everdeen isimli kızın ağzından anlatılıyor.

Daha fazla ayrıntı verip kitabın heyecanını kaçırmak istemiyorum. Suzanne Collins’ in akıcı anlatımında kitabı bir an için bile elinizden bırakmak istemiyorsunuz. Hikâye üçleme şeklinde yazılmış ama ilk kitaba başladığınız ile üçüncü kitabın son sayfasına gelmeniz arasındaki sürenin ne kadar kısa olduğuna siz de şaşıracak, hatta benim kadar severseniz, kitap bitmesin diye üçüncü kitabı yavaş yavaş okumak isteyeceksiniz. Üçlemeyi bitirdikten sonra bir boşluk yaşamanız da muhtemel. Kitaplar çabuk bitiyor evet ama ortalama 300–400 sayfa her biri.

Kitabı okuyup beğenenler için bir de müjdeli haber : Açlık Oyunları o kadar beğenildi ki 2012 yılında filmi geliyor. Çekimler başladı ve şu anda popülarite açısından 2012’ nin en çok beklenen filmleri arasında. Eğer kitaba başlamadan, filmde karakterleri canlandıracak oyuncuları görmek ve kitabı okurken karakterleri bu şekilde gözünüzde canlandırmak isterseniz, buyurun oyuncuların resimlerinin olduğu listeye buradan ulaşabilirsiniz:

http://www.imdb.com/title/tt1392170/
Yazıyı Paylaş!

31 Mayıs 2011 Salı

Galatasaray ve Transfer Mevsimi

Geride bıraktığımız Adnan Polat yönetimleri tarafından yönetilen ve çoğunlukla hayal kırıklığı ile sonuçlanan (özellikle son 2 sene) transfer dönemlerinden sonra, Ünal Aysal’ ın seçilmesi bir bakıma çok hareketli ve başarılı bir transfer dönemi demekti birçoğumuz için. Başkanlık oylamasına kadarki dönem zarfında Aysal’ ın yaptığı açıklamalardan da bunu çıkarmak mümkündü.

O beklenen kurtuluş günü geldi ve Ünal Aysal Galatasarayımız’ ın yeni başkanı oldu. Hepimizde doğal olarak bir heyecandır gidiyordu, her sabah “acaba bugün o flaş transferlerden biri açıklandı mı?” diye açtık interneti, spor haberlerini. İlk transferimiz Elmander oldu. Beklentilerimiz o kadar büyümüş ki, 2-3 sene önce peşinden çok koştuğumuz bu kalbur üstü İsveçli forveti fazla önemsemedik bile. Ardından asıl bomba patladı ve sene başından beri iddia edildiği gibi Selçuk İnan imzayı attı. Hem de bana göre Türkiye’ nin şu andaki en kaliteli orta saha oyuncuları içinde ilk 3te olan bu adam bedavaya geldi! Herkeste bir coşku doğal olarak. Hem en sorunlu bölgemize en kaliteli adamı almış hem de bu adamı fenere kaptırmamış olmanın sevinci vardı. Sonra mı? İşte sonrası…

O zamandan itibaren oturup rakiplerimizin yaptığı nokta atışı transferleri izleyip kıskanma, içimizin yanması dönemi başlamış oldu. Hani son senelerden alışık olduğumuz ama bu sene yaşamayız dediğimiz dönem. Yönetimimiz Selçuk İnan transferinden sonra sanki “bu transfer sizi bi süre oyalasın, en kaliteli Türk oyuncularından birini aldık daha ne” der gibi aktiften pasif duruma geçiverdi. Beşiktaş bizim geçen sene peşinden koşup da alamadığımız gurbetçilerden Veli Kavlak ile anlaşırken, diğer istediğimiz gurbetçi Yasin Pehlivan’ da Gaziantepspor ile anlaştı. Bunun dışında yine geçen sene çok isteyip de alamadığımız Mustafa Pektemek de Beşiktaş’ ın kaliteli yerli-genç rotasyonuna katıldı. Fenere baktığımızda ise yine bizim almak istediğimiz Orhan Şam ve nabız yokladığımız Serdar Kesimal’ ı kadrosuna kattı. Zaten kaliteli olan ve az gol yiyen defansa böyle kaliteli oyuncular da ekleyerek çok doğru hamleler yaptı. Ha Galatasaray mı?? Bu transferleri izlemekle meşguldü. Galatasaray taraftarı mı? “Bu transferleri biz neden yapamadık, hani 3 büyüklerden en kötü yerli rotasyonuna sahip takım olduğumuz için öncelikle kaliteli ve genç yerli oyuncu transferi yapacaktık?” diyerek içleri yanıyordu.

Şimdi çoğunuz “daha transfer dönemi yeni başlıyor, biraz bekle de eleştir” diyebilirsiniz. Tabi bekleyelim, piyasada kaliteli yerli ve genç oyuncu kalmayana kadar bekleyelim. Bir Selçuk ile bitmiyor bu iş ne yazık ki. Tamam helal olsun, süper bir transfer ama tamam bitti, sıradaki diyoruz artık. Galatasaray formasını güvenle ve iç rahatlığı ile teslim edebileceğimiz, bizi arenaya sicim gibi yağmurda da, karda buzda da, kavurucu sıcakta da çekecek transfer istiyoruz. Drogba Drogba deniyor, Drogba gelse mükemmel olur ama çok zor, Reina deniyor, artık boyu 1.90-1.95 in üstünde kaleci almayı deneme zamanımız gelmedi mi? Alt yapıdan bu sene kaç oyuncu A takıma çıkacak? Peki yerli bir forvet takıma katılacak mı? Cenk Tosun için artık çok mu geç?

Bir de Cem Sultan problemi var. Bu çocuk altyapı liglerinde bütün Galatasaray rekorlarını ele geçirmiş, çok başarılı bir adam. Sonuna kadar koyu Galatasaraylı, Servet ile yaşadığı probleme bir şey diyemeyeceği, iki tarafta suçlu ama Terim bu çocuğu bir güzel yola getirir. Asıl sorun ne biliyor musunuz? Cem Sultan’ ın Galatasaray ile sözleşmesi bugün bitiyor. Yani bu çocuk yarın istediği takımla bedava anlaşıp gidebilir, kimse de ne yaptın diyemez. Giderse çok yazık.

Neill, Kewell, Zapata gitti. Cana ve Pino gidecek, Stancu da gidici diyorlar (ama ben bu genç Rumen’ in biraz daha kalmasından yanayım, Steau’daki gollerini izleyin ne demek istediğimi anlayacaksınız). Ama soruyorum size, gidecek denen Culio’ nun günahı ne?? Geçen sene en kaliteli yabancımız Culio idi. Şimdi adamı böyle mi mükâfatlandıracağız? Bu adamdan daha iyisi gelecekse tamam amenna ama saçma yabancılar getirilecekse bu adam mutlaka tutulmalı takımda.

İşte bir transfer dönemine daha başlıyoruz ve elde var 2. Rakiplerle karşılaştırdığımızda çok çok gerideyiz. Biran önce somut adımlar atılmalı ve yüzümüzü güldürecek adamlar gelmeli, aksi takdirde her şey için çok geç olacak ve alacak kimse kalmayacak. Ben son birkaç sezondan sonra, bu sezon da kalitesi en düşük büyük takım olarak lige başlama rezaletini görmek istemiyorum, hiçbir Galatasaraylı’ nın istemeyeceği gibi.

Haydi Ünal Aysal, sana güveniyoruz…
Yazıyı Paylaş!

29 Mayıs 2011 Pazar

Benim Olacaksın Er ya da Geç!!

Ben kendimi bildim bileli bi teknloji manyağıyımdır. Cep telefonlarını da ayrı sevmeme rağmen, bu yaşıma kadar (30 a yakın bi yaştayım bu arada) "aman tanrım bu telefonu mutlaka almalıyım!!!" moduna hiç girmemiştim - ta ki geçen aya kadar!!! Evet artık ne istediğimi çok iyi biliyorum ve birkaç üst model çıkıp benim aklımı yine karıştırmadan önce O' na sahip olmalıyım.

Bayanlar ve Baylar... karşınızda HTC DESIRE S..........





Ürünün özelliklerini bi siteden araklayıp buraya kopyala-yapıştır bile yapamayacak kadar üşengecim, o nedenle fotoları beğenenler google a ismini yazıp araştırsın. Telefon mükemmel bir görünüme sahip. Hey Iphone manyakları, bu sözüm size, 2000 liralar bayılıp aldığınız o telefondan daha ucuz olmasına rağmen, sizde olmayan bir sürü özelliği barındıran, daha kaliteli, android işlemcili ve hafıza kapasitesini istediğiniz gibi arttırabileceğiniz bu harika cihazı denemenizi şiddetle tavsiye ediyorum, vazgeçemeyeceksiniz! Mesela içindeki HTC Sense özelliği, google maps eklentisi, HD kayıt yapan kamerası ve artık apple store dan aşağı kalmayacak kadar geniş seçeneği ile android store desteği telefona değer katan önemli öğelerden sadece birkaçı.

İşin tek can sıkıcı tarafı, piyasa girmiş olmasına rağmen sadece vodafone satabiliyor bu telefonu Türkiye' de. 24 ay 49 lira gibi bence makul bir anlaşmayla satıyolar ama en büyük sorun vodafon kullanmak gerekmesi (ki ben sıkı bir turkcellci olarak asla yapmayacağım birşey oluyo bu) Bu nedenle bekliyorum ki Türkiye pazarına düşsün. Fiyatını 1200-1300 arası bekliyorum. Evet kulağa pahalı geliyo ama bu yaşıma kadar 300 lira ortalamalı telefonlarla 4er 5er sene idare etmiş biri olarak, taksit avantajımı da kullanıp bu parayı bu telefona vermekte bi sakınca görmüyor hatta üstüne hakettiğimi bile düşünüyorum.

Telefonu aldığımda ayrıca değerlendiricem, o zaman kadar geeeeeeeeeel desire s geeeeeeeel gel...
Yazıyı Paylaş!

17 Mayıs 2011 Salı

11 YIL SONRA BİLE GÖZLERİM YAŞARIYORSA...



Bugün televizyonun başına kurulup da tam 11 yıl önce oynanan o maçı tekrar başından sonuna kadar sıkılmadan izleyip, Popescu' nun penaltısından sonra spikerler eşliğinde ben de HALA göz yaşı dökebiliyorsam, 11 yıl geçmiş-geçmemiş umrumda olmadan hala o günkü sevgiyle bağlıysam bu takıma hatta belki daha fazlasıyla, son senelerdeki tüm hayal kırıklıklarını görmezden gelip aynen bu yolda yürümeye devam edebiliyorsam, bu GALATASARAY AŞKI değil de nedir? Her sene olduğu gibi seneye de bu maçı oturup izlediğimde penaltılar sonunda o coşku yaşandığı anda yine gözyaşlarımı tutamayacağım ve bununla sonuna gurur duyacağım.

BUGÜN 17 MAYIS, yani GALATASARAYIMIN UEFA Kupası' nı kazanmasının 11. yıldönümü. Başka bir Türk takımının yanından bile geçemediği bu başarı yıllar boyu bizim en büyük ve en haklı iftihar kaynağımız olmuştu ama artık bir yenisinin zamanı çoktan geldi bence.

Bu başarıda emeği geçen herkese milyonlarca teşekkürler. Tarih sizi hiç bir zaman unutturmayacaktır.

GALATASARAY UEFA CUP 2000 WINNER!

Yazıyı Paylaş!

23 Nisan 2011 Cumartesi

Film İnceleme - World Invasion: Battle Los Angeles


Sinema sektöründe en çok sevdiğim, mutlaka sinemaya gidip, o salonun büyük perde ve güçlü hoparlörlerinden sonuna kadar yararlanarak izlemek için can attığım film türleri bilim-kurgu, savaş, uzaylı ve robot filmleridir. Bunların hepsinin bir arada buluştuğu ve Amerika'da ses getiren bir yapım olan World Invasion: Battle Los Angeles (Dünya İstilası : Los Angeles) komutanıma yalan söylerekten de olsa aslında çıkamayacağım bir çarşıya çıkmak için tüm imkanları zorlamama değecek bir filmdi.

Film; yakın bir zaman önce bir operasyon sırasında komuta ettiği tüm askerleri kaybeden ve o olaydan sağ çıkan kıdemli başçavuş Michael Nantz' ın (Aaron Eckhart) ordudan emekliye ayrılma isteğinin kabul edilişinin hemen ardından başlayan bir uzaylı istilası nedeniyle tekrar bir grup askerin başında görevlendirilmesi ile başlıyor. İçinde bulunduğu takım ile Los Angeles' da bir karakolda mahsur kalan tüm insanlara ulaşıp, bölgeye yapılacak hava bombardımanından önce hayatta kalanları da alıp üsse dönmek için verdiği mücadele esnasında yaşananlar, bitmek bilmeyen bir aksiyon ve gerilimle seyirciye çok güzel harmanlanmış olarak sunuluyor.

Bu filmde en çok hoşuma giden şeyler, uzaylıların saçma sapan, ışık saçan lazer silahları yerine inandırıcı görsellikteki barutlu silahlar kullanması, harika görsel efektler (uzaylı araçları, modellemeleri ve patlamalar), uzaylıların modellemeleri ve vücut hareketlerinin gerçekliliği (kamerada çok fazla görünmeseler de), bir askeri manga içerisindeki askerlerin birbirine bağlılığının çok iyi yansıtılması, drama ögelerinin de çok dozajında verilmesi ve son olarak başarılı oyunculuk olarak sıralayabilirim.

Ben filmi sinema salonunda izleyen şanslı bir birey olarak size kesinlikle bu filmi izlemenizi tavsiye ediyorum.

http://www.imdb.com/title/tt1217613/

İyi Seyirler

Filmin Fragmanı

Yazıyı Paylaş!

Pratik İcatlar #2 (USB ŞARJLI PİLLER)

Biz hangi pil tekrar şarj edilebilir, hangisi tek kullanımlıktır diye inceleyip de satın ala duralım, Yanko Design isimli şirketin dizaynladığı "Continuance" (Devamlılık/Süreklilik) isimli bu pilleri bilgisayara usb ile bağlayarak tekrardan şarj ederek defalarca kullanmak mümkün.



Yazıyı Paylaş!

Pratik İcatlar #1 (ALT ÇİZİCİ)

Kitap okurken veya ders çalışırken, sayfalarda dikkatimizi çeken veya önemli olduğuna kanaat getirdiğimiz satırların altını çizeriz çizmesine ama eğrik büğrük çizgiler göze pek hoş gelmez çoğu zaman. İşte dizayncı Giha Woo' nun tasarımı olan bu ufacık alt çizici bu sorunu ortadan kaldırıyor ve adeta cetvelle çizilmişçesine başarılı bir sonuç ortaya çıkarıyor.





Yazıyı Paylaş!

19 Şubat 2011 Cumartesi

Film İnceleme - Megamind


Şu sıralar askerde olduğum için, eskisi kadar ne oyun oynayabiliyorum ne de sinemaya gidebiliyorum. İlk 1 ay iznim olmadığından 5. haftada elde ettiğim ilk çarşi iznimde yapacağım şeyi çoktan kararlaştırmıştım; sinemaya gitmek!

Megamind rastgele seçip, zaman geçirmek için gittiğim bir film değildi. En az 4-5 ay önce ilk fragmanını izlemiş ve çok eğlenmiştim. Gazetede geleceği tarihi öğrendiğimde planımı yaptım v ilk haftasından izledim. Şimdi gelelim filme.

Filmin konusu; karadeliğe sürüklenen iki farkli gezedenden son anda roket ile fırlatılıp kurtarılan iki ayrı ırka ait uzaylı bebeğin dünyaya varmaları ile başlıyor. İnsan görünümüne sahip, yakışıklı ve karizmatik olan bebek lüks bir malikaneye, mavi renkli , koca kafalı ve çelimsiz olan bebek ise bir hapishaneye düşüyor ve buralarda yetiştirilmeye başlıyorlar. Lüks malikanede yetişen çocuk her zaman popüler ve başarılı iken diğer uzaydan gelen çocuk iyilik yapmak için uğraşıp durmasına rağmen sürekli işleri yüzüne gözüne bulaştırıp sonunda hep ceza alan ve dışlanan çocuk oluyor. Popüler çocuk güçleri ve karizması ile dikkat çekerken, mavi dostumuzun zekası ön plana çıkıyor. Birgün yine iyilik yapmaya çalışırken başarısızlığı sonucu ceza aldğında birşeyin farkına varıyor mavi uzaylı ve herşey burada şekillenmeye başlıyor. Onun iyi olduğu birşey varsa o da KÖTÜ OLMAK! Bunu kabullenip hayatını kader arkadaşını yok etmeye adıyor ve ortaya filmimizin baş kahramanı MEGAMIND (MEGA ZEKA) çıkıyor. Diğer uzaylı çocuk ise büyüyüp Metro Kenti nin savunucusu süper kahraman METRO MAN oluyor ve aralarında hiçbitmez bir savaş başlıyor.

Filmin temel konusu böyle, daha fazla anlatıp da güzellikleri ve süprizleri buradan öğrenmenizi ve filmin heyecanını kaçırmanızı istemem. Kısaca iyi ve kötünün arasındaki çekişmenin eğlenceli bir anlatımı niteliğinde bir film olmuş Megamind. İçerisinde de çeşitli ders ve mesajlar da saklı!

Ben filmden çok keyif aldım. Özellikle dile getirmek istediğim kısım ise, filmin kusursuz denilebilecek Türkçe dublajı. Türkiye' nin gerçekten avrupa sınırları içerisinde en iyi dublaj yapan ülke olduğu artık bir gerçek. Fakat orjinal seslendirmesini Brad Pitt ve Will Farrel yaptığından, DVD alıp bir de orjinal izlemek gerekir.

Son olarak ben filmi çok beğendiğimi ve büyük küçük herkesin çok eğleneceğinden emin olduğumu belirtmek istiyorum. İyi seyirler

Filmin Türkçe Fragmanı:

Megazeka



Melih Carter
Yazıyı Paylaş!

12 Şubat 2011 Cumartesi

Oyun İnceleme - Siren Blood Curse



Playstation 3' de adventure ve FPS oyunlarından geçilmezken, korku oyunlarının adedi bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar. Bunlardan kaliteli olanları ise, eskiden beri tanınan "Silent Hill" ve "Resident Evil" oyunları olarak gösterebiliriz. "Siren: Blood Curse" piyasada çok tanınmayan ama kalite ve orjinal fikirler açısından gerçekten önemli bir oyun. Aslında bir devam oyunu olmasına rağmen, ilk oyunla hiçbir alakası yok. Tamamen özgün bir senaryoda oynanıyor.

Siren: Blood Curse' ü diğer oyunlardan ayıran özelliklerinden bahsedecek olursak; oyunda değişik bölümlerde değişik karakterleri oynatabiliyoruz. Her bölüm için geçerli olmasa da sık sık karşılaşılcak bir uygulama bu. Oynattığımız yaklaşık 4-5 karakter var. Bunlardan başka oynatamadığımız ama sürekli iletişim halinde oldugumuz, ortaklaşa çalıştığımız 4-5 karakter daha mevcut. Bir diğer önemli özellik ise "sight jack" denen, kullandığımızda düşmanımız olan zombilerin gözlerinden görmemizi sağlayan özellik. Bir yere saklandığımızda ya da bir eve, odaya girmek üzere olduğumuzda, bizim yakınlarımızdakilerin gözlerinden görebilmek oyun esnasında hem bize büyük bi avantaj sağlıyor, hem de gerilimi ve heyecanı arttırıyor. Bu özelliği ister tam ekran olarak kullanabiliyor, ister yarım ekran olarak kullanıp hem etrafı gözetleyip hem de oyuna devam edebiliyoruz.



Oyunun genel oynama stratejisi, silahını kapıp beyin dağıtmak yerine, daha çok kuytularda, köşelerde saklanarak zombilerin bizi farketmemelerine dikkat ederek ilerlemeye dayanıyor. Ama bu demek değil ki oyunda hiç silah yok. Oyunda hem silahlar, hem de silah niyetine kullanabileceğimiz etrafta rastgele bulunan aletler mevcut. Silah olarak tabanca ve tüfek var. Ama karşımıza bunlardan fazla çıkmadığı için, bel bağlamak pek mantıklı olmuyor. Bunların yerine kürek, balta, balyoz, neşter, çekiç, bıçak, saksı, trafik levhası, vb. gibi aletlerle kendimizi savunmaya çalışıyoruz. İşin acı tarafı ise bu silahlar zombileri öldürmeye yaramıyolar, sadece birkaç dakikalığına bayıltıyor ve 4-5 darbe vurduktan sonra kırılıp kullanılmaz hale geliyorlar. Fakat dediğim gibi oyunda amaç elinizden geldigince az farkedilmek. Yine de her türlü acil durum için yanımızda bir silah bulundurmak en mantıklısı.



Oyunda 12 bölüm mevcut. Dilerseniz blu-ray cd olarak oyunun satın alıp 12 bölüme birden tek seferde sahip olabilir, ister Playstation Network den 3'er bölüm olarak paket paket indirebilirsiniz. Bu bölümler bir tv dizisi gibi birbirini takip ederek, tamamlayarak devam ediyor. Her bölüm sonunda ve başında bulunan mükemmel ara videolar bize tıpkı bir dizi reklamı, tanıtım filmi havası veriyor. Böylece bir sonraki bölümde bizi nelerin beklediğini de görüyoruz. Oyun boyunca değişik belgeler de topluyoruz, fakat bu belgeler dikkat çekmeyecek şekilde yerleştirilen veya saklanan bonus belgeler olduğu için bulmak pek kolay olmuyor. Bu belgeler arasında oyundaki karakterlere ait günlük, ses kaydı, kimlik, resim, not defteri gibi kişisel şeyler mevcut. Ana menüde bulunan arşiv bölümünden, bulunan tüm dosyalar incelenebiliyor.



Oyunun konusundan kısaca bahsedicek olursak; Blood Curse, Hanuda isimli köyde meydana gelen esrarengiz olayları konu alıyor. Senaryo Japon korku filmlerinde çokça rastladığımız, oyunlarda da çok kullanılan dünyadan kopuk köy, orada yaşayan farklı yaşam formları, yapılan "insan kurban" etme ayinleri ve buraya yolu düşen yabancıların başından geçen olaylar ekseninde geçiyor. Oyun boyunca köyde çekim yapmaya gelen televizyoncular, olayları araştırmaya gelen haberci gibi bir şekilde köye yolu düşen insanlardan oluşan geniş bir ekibi senaryonun akış sırasına göre yönetiyoruz.



Siren: Blood Curse korku oyunu türüne yeni bir soluk ve tarz kazandıran, özgün ve kaliteli bir oyun. Piyasaya çıkış tarihinin günümüze göre biraz eski olması, çok reklamı yapılmadığı için genel olarak tanınmaması bu oyun için olumsuz sayılabilecek noktalar. Ama sürekli hakim olan karanlık mekan, harika yağmur ve zombi ses efektleri, silent hill 4 tarzı karıncalanan ekran, orman içi korkunç atmosfer, değişik kişilik ve özelliklere sahip geniş oynanabilir karakter seçeneği, sürükleyici ve ilginç hikayesi ile türün hayranları tarafından kaçırılmaması gereken bir oyun bence. İyi eğlenceler.

Oyunun tanıtım videosu:



Melih Carter
Yazıyı Paylaş!

O ŞİMDİ ASKER



Bloga eski sıklıkla yazı giremememin nedeni, 12 Aralık 2010'dan beri askerde olmam. 337 Kısa Dönem askeri olarak, İstanbul 3. Kolordu Karargah Destek Grup Komutanlıgı NATO birliğinde askerliğimi yapıyorum, şu ana kadar 2 ayı geride bıraktık ve kaldı 3 ay. Eğer hiç izin kullanmazsam 17 Mayıs 2011' de yeniden sivil hayata dönüş yapıp eski tempoma kavuşacağım. İzinlerde fırsat buldukça yazdıgım postlarla bir nebze olsun blog u ayakta tutmaya çalışıcam. Hala takip etmekte olan herkese teşekkür ediyorum, yakında görüşürüz

Yazıyı Paylaş!
Related Posts with Thumbnails