Aslında sürüyle şey var bloga yazmak istediğim, yazmam gereken veya yazıp rahatlayacağım. Ama gelmiyo içimden yazmak, anlatmak. Biraz üşendiğimden, biraz yazdıklarımın internet ortamında herkes tarafından görülebilecek olmasından ve biraz da yazsam da ne olacak ki? mantığından.
Neyse umarım yakın bir zamanda atarım bu miskinliği üzerimden ve yine karalarım iki üç şey buraya. O zaman kadar, hala takip eden varsa eğer, görüşmek üzere.
Melih
Yazıyı Paylaş!
kisisel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kisisel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
10 Ağustos 2011 Çarşamba
29 Mayıs 2011 Pazar
Benim Olacaksın Er ya da Geç!!
Ben kendimi bildim bileli bi teknloji manyağıyımdır. Cep telefonlarını da ayrı sevmeme rağmen, bu yaşıma kadar (30 a yakın bi yaştayım bu arada) "aman tanrım bu telefonu mutlaka almalıyım!!!" moduna hiç girmemiştim - ta ki geçen aya kadar!!! Evet artık ne istediğimi çok iyi biliyorum ve birkaç üst model çıkıp benim aklımı yine karıştırmadan önce O' na sahip olmalıyım.
Bayanlar ve Baylar... karşınızda HTC DESIRE S..........

Ürünün özelliklerini bi siteden araklayıp buraya kopyala-yapıştır bile yapamayacak kadar üşengecim, o nedenle fotoları beğenenler google a ismini yazıp araştırsın. Telefon mükemmel bir görünüme sahip. Hey Iphone manyakları, bu sözüm size, 2000 liralar bayılıp aldığınız o telefondan daha ucuz olmasına rağmen, sizde olmayan bir sürü özelliği barındıran, daha kaliteli, android işlemcili ve hafıza kapasitesini istediğiniz gibi arttırabileceğiniz bu harika cihazı denemenizi şiddetle tavsiye ediyorum, vazgeçemeyeceksiniz! Mesela içindeki HTC Sense özelliği, google maps eklentisi, HD kayıt yapan kamerası ve artık apple store dan aşağı kalmayacak kadar geniş seçeneği ile android store desteği telefona değer katan önemli öğelerden sadece birkaçı.
İşin tek can sıkıcı tarafı, piyasa girmiş olmasına rağmen sadece vodafone satabiliyor bu telefonu Türkiye' de. 24 ay 49 lira gibi bence makul bir anlaşmayla satıyolar ama en büyük sorun vodafon kullanmak gerekmesi (ki ben sıkı bir turkcellci olarak asla yapmayacağım birşey oluyo bu) Bu nedenle bekliyorum ki Türkiye pazarına düşsün. Fiyatını 1200-1300 arası bekliyorum. Evet kulağa pahalı geliyo ama bu yaşıma kadar 300 lira ortalamalı telefonlarla 4er 5er sene idare etmiş biri olarak, taksit avantajımı da kullanıp bu parayı bu telefona vermekte bi sakınca görmüyor hatta üstüne hakettiğimi bile düşünüyorum.
Telefonu aldığımda ayrıca değerlendiricem, o zaman kadar geeeeeeeeeel desire s geeeeeeeel gel...
Yazıyı Paylaş!
Bayanlar ve Baylar... karşınızda HTC DESIRE S..........

Ürünün özelliklerini bi siteden araklayıp buraya kopyala-yapıştır bile yapamayacak kadar üşengecim, o nedenle fotoları beğenenler google a ismini yazıp araştırsın. Telefon mükemmel bir görünüme sahip. Hey Iphone manyakları, bu sözüm size, 2000 liralar bayılıp aldığınız o telefondan daha ucuz olmasına rağmen, sizde olmayan bir sürü özelliği barındıran, daha kaliteli, android işlemcili ve hafıza kapasitesini istediğiniz gibi arttırabileceğiniz bu harika cihazı denemenizi şiddetle tavsiye ediyorum, vazgeçemeyeceksiniz! Mesela içindeki HTC Sense özelliği, google maps eklentisi, HD kayıt yapan kamerası ve artık apple store dan aşağı kalmayacak kadar geniş seçeneği ile android store desteği telefona değer katan önemli öğelerden sadece birkaçı.
İşin tek can sıkıcı tarafı, piyasa girmiş olmasına rağmen sadece vodafone satabiliyor bu telefonu Türkiye' de. 24 ay 49 lira gibi bence makul bir anlaşmayla satıyolar ama en büyük sorun vodafon kullanmak gerekmesi (ki ben sıkı bir turkcellci olarak asla yapmayacağım birşey oluyo bu) Bu nedenle bekliyorum ki Türkiye pazarına düşsün. Fiyatını 1200-1300 arası bekliyorum. Evet kulağa pahalı geliyo ama bu yaşıma kadar 300 lira ortalamalı telefonlarla 4er 5er sene idare etmiş biri olarak, taksit avantajımı da kullanıp bu parayı bu telefona vermekte bi sakınca görmüyor hatta üstüne hakettiğimi bile düşünüyorum.
Telefonu aldığımda ayrıca değerlendiricem, o zaman kadar geeeeeeeeeel desire s geeeeeeeel gel...
12 Şubat 2011 Cumartesi
O ŞİMDİ ASKER

Bloga eski sıklıkla yazı giremememin nedeni, 12 Aralık 2010'dan beri askerde olmam. 337 Kısa Dönem askeri olarak, İstanbul 3. Kolordu Karargah Destek Grup Komutanlıgı NATO birliğinde askerliğimi yapıyorum, şu ana kadar 2 ayı geride bıraktık ve kaldı 3 ay. Eğer hiç izin kullanmazsam 17 Mayıs 2011' de yeniden sivil hayata dönüş yapıp eski tempoma kavuşacağım. İzinlerde fırsat buldukça yazdıgım postlarla bir nebze olsun blog u ayakta tutmaya çalışıcam. Hala takip etmekte olan herkese teşekkür ediyorum, yakında görüşürüz

|
|
28 Eylül 2010 Salı
Bir Deniz Yolculugunun Ardindan...

Dun, calistigim dernekce, toplu halde gunu birlik deniz yolculuguna ciktik. Ciktigimiz deniz Manş Denizi, mevsim sonbahar, hava soguk ve ruzgarli, deniz ise feci dalgali olunca, "deniz yolculugu" kavraminin tum albenisi kayboluyor diyebilirim. Sanirim bu anahtar kelimelerden sonra nasil bir yolculuk oldugunu az cok kestirebilmissinizdir ama ben detaylara iniyim tabi.

Once sabahin 9.30 unda limanda olduk, bizi bekleyen tekne, gemi ya da herneyse tam bilemiyorum, Manş Denizinde yaptigi turlarla Fransa genelinde taninan bi tekneydi, yani bizim dernek dokmus parayi bizim icin (!) cok saolsunlar. Sabah kalktigimda havanin kapali ve ha yagdi ha yagacak modunda olmasindan dolayi, az cok kestirmistim gunun gidisatini ama yine de olumlu olmaya calisip cok takmadim. Sonra hep beraber teknemize bindiiik ve denize acildik, plan; aslinda 45 dakika mesafede olan Chausey Adasi na, 3 saatlik genis bir rota izleyerek varmak, orda demir atip yemek yemek, sonra da daha kisa bir rota izleyerek tekrar limana donmekti. Bu plana sadik kaldigimizi belirteyim once, amaaa akintiya ters yol almamiz yetmiyo gibi bi de feci bi ruzgar bize eslik edince, dalgalarin boyutu yeri geldi 1 metreyi bile gecti. Teknenin korkuluklari benim diz hizama geldiginden, hic ayakta durmama karari alip, butun gidis yolu ayaklarimi korkuluklara dogru uzatip destek alarak oturur pozisyonda devam ettim. Zaten yol boyu tekne sola yatik olarak gittigi icin en dogru hareket bu olurdu. Gel gelelim 2 saat gecmisti ki o sallanma, saga sola yatma, atlama, ziplama derken benim mide basladiii, derin derin nefes alarak ve mide bulantisini aklimdan cikarmaya calisarak birsure idare edebildim, sonra geminin kic tarafina bi baktim ki 3-4 arkadas coktan kafalar tekneden disari sarkmis halde mide bosaltma seanslarina baslamislardi. Etkilenmemek icin hemen dikkatimi farkli yone vermeye karar vermistim ki, teknede gorevli adam yelkenleri acmak icin benden halatlara yardim etmemi rica etti, ben de firsat bu firsat atladim tabi. Guzel, eglenceli bi olaydi ama bi kere daha anlamis oldum denizciligin ne kadar zor bi is oldugunu. Yarim saat sonra ben artik "Allah im, beni cezalandiriyo musun? ne yaptim bunu haketcek?" tarzi yakarmalara baslamistim ki icimden yavas yavas Chausey Adasi koyuna girdik, dalgalar azaldi, deniz duruldu ve sakince suzulmeye basladik. O anda adeta bi "yeniden dogus" yasamis kadar oldum, midem bir anda gecti, deniz tutmasi o anda ortami terketti.

Sonra biseyler yedik, ictik, 1-2 saat de orda harcadik. Kaptandan agiz birligiyle donus yolunu daha kisa tutmasini rica ederek donus yoluna koyulduk. Donus yolunca kaptandan aldigim nacizane tavsiyeleri uygulayaraktan hep ayakta durdum ve ufuk cizgisine, uzaktaki adalara falan odaklandim, hic deniz tutmasi olmadi bu sefer, guzel oldu. Ama donus yolunun en guzel anlari, bize eslik eden 6-7 tane yunusu izledigimiz anlar oldu :) Surekli suya girip ciktilar, arada kuyruklarini denize vurarak adeta selamladilar bizi, cok guzeldi! Ve ardindan o harika pembe-turuncu karisimi renge sahip gun batimini izleyerek 20.45 civari Graville Limani na geri donduk.

Dunku geziden ne mi ogrendim?
-Bidaha deniz seyahatine cikmadan once baya bi dusunmeyi
-Eger ki cikarsam oturmak yerine ayakta durup ufuk cizgisine bakmayi
-Nasil yelken acilip, toplandigini
-Deniz icin yaratilmadigimi...
Eee hic de fena bigun olmamis ha? :)
Melih
|
|
24 Eylül 2010 Cuma
Kitap Okumak
Gecenlerde bi yazi okumustum internette, ne zaman oldugunu veya yazinin kime ait oldugunu hatirlamiyorum, sadece icerikte gecen birkac soz kalmis aklimda, ben de o konuda bikac sey yazmak istedim.
Yazinin icerigi "Turk Milleti nin Kitap Okuma Aliskanligi" ile ilgiliydi. Yazar isyan etmisti, diyordu ki: "genelde insanlara kitap okuyor musun diye sordugumda, aldigim cevap 'zamanim yokki okuyayim, cok mesgulum, eve cok yorgun geliyorum, vb' turunde oluyor, iclerinden bi baba yigit cikipta 'ben kitap okumayi gunahim kadar sevmem arkadas!' diyemiyor duzgunce" seklinde yakiniyodu. Sonra da soyle devam ediyordu "mesgul olmak, isin olmasi farketmez, eger kitap okumayi seviyorsan, her yerde her sekilde okursun, misal metroda giderken, otobuste giderken veya bu ulasim araclarini beklerken, kitap okumak icin oyle uygun bir ortam yaratip, havaya girmeye gerek yok, acarsin kapagini okursun" seklinde konusuyordu.
Oncelikle sunu belirterek basliyim, ben oyle super bi kitap kurdu degilimdir, arkadaslarim yuzlerce kitap okumuslardir, annemle babam asmistir artik o konuda, ama ben kitap secerim, bana belli bi kalipta, olay dongusunde ve tarzda yazilmis olmalidir, bu nedenle oyle coook kitap okudugumu asla iddia etmem, ama okudum mu da hakkini veririm. Simdi bu makaleye donersek, hani bazi seylere katilirim belki bu arkadasin yazdiklarindan, ama birseye asla katilmam. Benim icin kitap okumak oyle "otobus beklerken, metroda giderken" yapilcak bi aktivite degildir, kitap okumak sakin ortam gerektirir, kafani tamamen kitaba vermen gerekir, bu sayede hayal dunyana gecis yapabilirsin. Ben metroda giderken "durak geldi mi ya? kac durak kaldi? nerdeyiz?" seklinde kafam ordayken, veya otobus beklerken "geldi mi acaba? bu benim ki mi?" seklidende dikkatim daginikken ne anlarim o kitaptan? benim icin ortam sessiz olmalidir, bu nedenle hep gece evde herkes yattiktan sonra okurum kitabi, evet gece olmasi da ayri bi huzur verir bana, acarim masa lambami, o los isikta, o sessizlikte birakirim kitaba kendimi.
Ben sahsi gorusumu belirtmek istedim, keske o makaleyi nerde okudugumu, kimin yazdigini da hatirlasaydim da buraya link koysaydim, ama yine de ben soyliceklerimi soyledim, kitap okumak ciddi bir olaydir, oyle gelisi guzel okunmaz, kendini kaptirman gerekir. Etrafla bagini kesmen ve hayal dunyana baglanman gerekir, bi bakarsin kitabin kapagini orterken 2 saat gecmis de haberin olmamis, iste o zaman kitap okunmus sayilir, yoksa gidim gidim 2 sayfa okuyup kapatip trene binmek, 5 sayfa okuyup kapatip otobusten inmek, anca kitabin havasini ve etkisini dagitir.
Melih
Yazıyı Paylaş!
Yazinin icerigi "Turk Milleti nin Kitap Okuma Aliskanligi" ile ilgiliydi. Yazar isyan etmisti, diyordu ki: "genelde insanlara kitap okuyor musun diye sordugumda, aldigim cevap 'zamanim yokki okuyayim, cok mesgulum, eve cok yorgun geliyorum, vb' turunde oluyor, iclerinden bi baba yigit cikipta 'ben kitap okumayi gunahim kadar sevmem arkadas!' diyemiyor duzgunce" seklinde yakiniyodu. Sonra da soyle devam ediyordu "mesgul olmak, isin olmasi farketmez, eger kitap okumayi seviyorsan, her yerde her sekilde okursun, misal metroda giderken, otobuste giderken veya bu ulasim araclarini beklerken, kitap okumak icin oyle uygun bir ortam yaratip, havaya girmeye gerek yok, acarsin kapagini okursun" seklinde konusuyordu.
Oncelikle sunu belirterek basliyim, ben oyle super bi kitap kurdu degilimdir, arkadaslarim yuzlerce kitap okumuslardir, annemle babam asmistir artik o konuda, ama ben kitap secerim, bana belli bi kalipta, olay dongusunde ve tarzda yazilmis olmalidir, bu nedenle oyle coook kitap okudugumu asla iddia etmem, ama okudum mu da hakkini veririm. Simdi bu makaleye donersek, hani bazi seylere katilirim belki bu arkadasin yazdiklarindan, ama birseye asla katilmam. Benim icin kitap okumak oyle "otobus beklerken, metroda giderken" yapilcak bi aktivite degildir, kitap okumak sakin ortam gerektirir, kafani tamamen kitaba vermen gerekir, bu sayede hayal dunyana gecis yapabilirsin. Ben metroda giderken "durak geldi mi ya? kac durak kaldi? nerdeyiz?" seklinde kafam ordayken, veya otobus beklerken "geldi mi acaba? bu benim ki mi?" seklidende dikkatim daginikken ne anlarim o kitaptan? benim icin ortam sessiz olmalidir, bu nedenle hep gece evde herkes yattiktan sonra okurum kitabi, evet gece olmasi da ayri bi huzur verir bana, acarim masa lambami, o los isikta, o sessizlikte birakirim kitaba kendimi.
Ben sahsi gorusumu belirtmek istedim, keske o makaleyi nerde okudugumu, kimin yazdigini da hatirlasaydim da buraya link koysaydim, ama yine de ben soyliceklerimi soyledim, kitap okumak ciddi bir olaydir, oyle gelisi guzel okunmaz, kendini kaptirman gerekir. Etrafla bagini kesmen ve hayal dunyana baglanman gerekir, bi bakarsin kitabin kapagini orterken 2 saat gecmis de haberin olmamis, iste o zaman kitap okunmus sayilir, yoksa gidim gidim 2 sayfa okuyup kapatip trene binmek, 5 sayfa okuyup kapatip otobusten inmek, anca kitabin havasini ve etkisini dagitir.
Melih
|
|
23 Eylül 2010 Perşembe
Bekliyorum Sadece...

(bu yaziyi tam 2 ay once facebookta yazmistim, o zamanlar blog a olan hevesimi kaybetmistim, ama madem artik donus yapiyorum yavastan, bu yazimin kendi blogumda yer almasini istedim)
Insan kaybetmeden, aci cekmeden, zora dusmeden ogrenemiyo bazi seyleri, iste ben de onlardan biriyim sadece, artik anladim cogu seyi, daha once goremediklerimi gordum sonunda, belki boyle olmasi gerektigi icin cektim o acilari, ama artik acimiyo o kadar, artik cok daha iyiyim, merak etme, su ana kadar tattigim hicbir aci, hicbir huzun seninle ilgili degil. artik anladim sevginin sadece sozde olmadigini, herkesin sevdigini soyleyebilcegini ama sevdigini hissettiremeyecegini gordum, asil olay da zaten hissettirmekte degil mi? sacma kiskancliklar olmicak bundan sonra, her turlu seyi tartisicaz, konusucaz, hicbirseyi icimize atmicaz. kendimizden odun vericez degil mi? sadece bir taraf verip, diger taraf almicak. yeri gelcek sen yeri gelcek ben alltan alicam, birbirimizin omzunda aglicaz, teselli edicez her ihtiyac duydugumuzda, destek olucaz kimsenin olamiyacagi kadar birbirimize, uzaktayken bile kalp atislarimizi hissedicez birbirimizin, baskasini gormick gozlerimiz, hergune gulucukle baslicak, guzel sozler soylicez birbirimize sabahin ilk isiklarinda, ben onceleri dustugum hatalara dusmicem, soz veriyorum seni hic uzmicem, ihmal etmicem, her seferinde seni ne kadar sevdigimi gostericem, sana sikica sarilip kulagina fisildicam sevgimi, sonra yanagina kocaman bi opucuk kondurucam.
simdi tek eksik olan sensin, ben sadece seni beklicem, ve sen geldigin zaman hersey baslicak iste, ne olur cok bekletme, her nerede ve her kimsen, bulusacagimiz o gune kadar kendine iyi bak yeter, gerisini once kader sonra biz halledicez...
|
|
21 Eylül 2010 Salı
Sana Nasil Veda Edilir Paris?

Neredeyse 1 yil aradan sonraki ilk yazimin bi veda, huzun yazisi olmasi garip bi duygu. Icimden nedense sadece huzunlendigim zamanlar buraya birseyler karalamak geliyo, yalnizligimin bana kazandirdigi asiri derecedeki paylasma ihtiyaci, boyle anlarda zirve yapiyo.
Evet iste gidiyorum, 1 sene sana bu kadar yakin yasamak, her istedigimde birkac saat icinde sana kavusabilmem ve beraberken bana yasattiklarin. Gecen yila kadar hep bir hayaldin, seni hikayelerde dinler, romanlarda okur, filmlerde izlerdim, hep hayal ederdim kavusacagimiz zamani. Ve sonra kavustuk iste! Sokaklarinda yururken hissettigim o coskuyu, huzuru, kelimelerle ifade edemem. Kulagimda bana eslik eden Edith Piaf, Michel Fugain, Joyce Jonathan ve digerleriyle bi ruya gibiydin, gecen ayri guzel, gunduzun ayri. Seine nehrine bakan cafelerinde oturup sadece seni izlemek, her kosene ayri hayran olmak gibisi yoktu. Ilk bikac aydan sonra artik kendimi sana birakmistim. Artik ziyaretlerimde harita kullanmak yerine, senin elinden tutuyordum beni en guzel yerlere goturmen icin. Beni hic hayal kirikligina ugratmadin.
Louvre da gecirdigim sayisiz saatler, Eiffel in tepesinden hayranlikla izledigim o essiz manzaran, Sacre Coeur kilisesinin merdivenlerinde izlenen gun batimi, Champs Elysees in o buyulu havasi, Disneyland inin hayal dunyasi. Kim bilir daha ne essiz anilarimiz var seninle su anda hatirlayamadigim. Ruyanin ta kendisinin yasandigi bir yersin.
Senin sayende tekrar tattim ask denen o guzel duygulari bir kiz icin, ilk Christmas imi ve New Year kutlamalarini yasadim yerinde, bir dil daha ekledim repertuara, cok gelistim, cok degistim, daha once sahip oldugumu bilmedigim bir suru korkumla yuzlestim ve yendim hepsini, yenebildim seninle. Annemi o kadar mutlu ettin ki, seni en az bi yuz kat daha sevdim o yuzden.
Ve simdi takvimde herkes icin baska birsey ifade eden o gun, benim icin sana veda anlamina geliyor! Son birkez seni ziyaret edicem, ama bu sefer elimde bavullarimla, sessizce hava alanina gidicem ve binicem bu beraberlige son vericek ucaga. Seni cok ozlicem, cok aricam orasi kesin, bir sure daha seni sadece hikayelerden dinlemeye, romanlardan okumaya ve filmlerden seyretmeye devam edicem, ama gun gelicek, sana geri donucem, elbet birgun tekrar beraber olucaz, o zamana kadar hep boyle kal...
Je t'aime PARIS
|
|
24 Şubat 2010 Çarşamba
YOKSA, YOKSA??

Evet basliktaki heyecandan da anlayacaginiz gibi blogumda bi hareketlenmeler yasanmak uzere!
Son 1-2 haftadir, icimde bi blog yazma istegi ayyuka cikiyo ama sora usengecligim "amaan kim yazcak o kadar yaziyi, sora o yaziya uygun fotoyu secip koycak" diyerekten beni vazgeciriyo, bakicaz artik
Hala beni takip eden var mi merak ediyorum, aslinda etmiyorum be! eminim cunku! nerdeyse 5-6 aydir aktif olmayan blogu takip etcek kimse yoktur, iste bundan eminim!
Neyse bak iste yine blog yazmamam icin bi neden daha buluverdim! yok neymis okuyan yokmus zaten!
Hele ben bi yazmaya basliyim da okuyan da bulunur elbet, tabi once yazmaya baslayabilirsem (o diilde ufaktan ufaktan ilk post sekillendi iste, yayinlandi kac ay sonra)
Sevgili tanidigim ve tanimadigim dostlar, eger siz varsaniz, ben de varim, cok yakinda tekrar burda gorusmek dilegiyle
Melih Carter!
|
|
24 Eylül 2009 Perşembe
BLOG A MECBURI BIR ARA!
Son zamanlarda tum bloglarda yasanan erisim zorlugu nedeniyle birakin baska bloglara girebilmeyi, yazilarimi yayinlayabilmek icin kendi bloguma bile giremiyorum!
Yazıyı Paylaş!
Bu isten baya sıkıldım gercekten! Her gun kapanan yeni bir site haberi almaya alismistik ama bu kadari da fazla! Tamam bu sefer belki sitemiz kapatilmadi ama DNS ayarlari falan degistigi icin erisim zorlasiyo, tabi birilerinin isine geliyo insanlarin hur dusuncelerini paylasamamalari.
Neyse umarim bu sorun kisa surede duzelir, ben bilgisayarimin DNS ayarlari ile oynamak da istemiyorum, bi blog hevesim olmustu, onun da icine edildi resmen, bu olay duzelene kadar ben biraz uzaklasicam blogumdan, sadik okurlarimdan ozur ve sabir diliyorum :)
Melih Carter
|
|
29 Ağustos 2009 Cumartesi
Evlilik Nedir Çocuklar?
.jpg)
Bu soru üniversitede son senemde zorunlu secmeli ders olarak verilen felsefe dersinin hocası olan Prof. Dr. Sabri Büyükdüvenci' nin bütün sınıfa sordugu sorulardan biri aslinda. Bu soruya nerden gelmistik hic hatirlamiyorum, cunku o ders haftada iki gun saat sabahin 8 indeydi ve ben genelde derslerde uyuyo olurdum. Neyse asıl onemli olan kimsenin cevabi verememesi uzerine, hocamin sorusunu kendi yanitlamasi sonucunda ortaya cikan cevap:
"Evlilik devlet gözetimi altında yapılan zinadır!"
Çok doğru aslında, sanırım kimse buna karşı "kesinlikle oyle birsey degildir" diye cikismaz. Zaten cikisacaginiz varsa bile hic tavsiye etmem, cunku Sabri hocam genelde konusmalarda karsisindakini mal etme konusunda uzman, harika bir felsefecidir.
Evet peki sizce evlilik nedir?
Bu konuyu benim yazıya dokmem aslinda buyuk bi tezat. Cunku evlilik karsiti insanlardan biriyim. Asla evlenmek gibi bi hayalim olmadi, olmaz diye umuyorum da. Nedir yani bu evlenme olayı! Nedir evliligi bu kadar vazgecilmez kilan, insanlarin biranonce evlenmesine neden olan sey? Bir zamanlar aklının uyustugu, gozune hitap eden, beklentilerini karsilayan bir insanin, seneler gectikce begendigin cogu ozelligini kaybetmesini ve seninle birlikte yillardan nasibini almasi icin seneler boyu beklemek midir? Zamanında guzel sozler cikan o agizdan, artik soylenme, dır dır veya sızlanmadan baska biseyin cikmamasi midir? Uyandigin her sabah yillar yili gectikce yaninda yatan kisinin varliginin oneminin azalmasi midir? Birlikte olunma nedeni olan sevginin bitip yerinin mecburiyet, bagimlilik ve esaret olmasini beklemek midir? Eger bunlarsa nedenleriniz, eyy evlenmek icin yanip tutusanlar, BEN SİZİ TUTMIYIM, size kolay gelsin.
|
|
26 Ağustos 2009 Çarşamba
Kırmızı Işıkta Geçenler...

Bu seferki yazım kırmızı ışıkta geçenler için!
Geçtiğiniz ışık umarım hayatınızda araba sürebildiğiniz son saniyeler olur!!! Gerçekten hepinizden nefret ediyorum! O geçtiğiniz kırmızı ışıktan birkaç metre sonra umarım bir direğe çarpar ve ömür boyu araba kullanamazsınız!!!!
Sizin yüzünüzden ailemdeki araba kullanmayı yeni öğrenmiş kişilerin trafige cikmalarından korkar oldum! Ne kadar adi kisilersiniz siz ya! Bok mu var gideceginiz yere 90 saniye once gitmenizde!?!?! Ulan en fazla 90 saniye ya!!! O ısıklarım orda olmalarının bir nedeni var di mi!? Tek sizin icin mi isliyo trafik!? Hepinizin canı cehenneme!
Kişiselleştirmek hiç hoş degil ama artik tepem attı! Ozellikle dolmus, otobus ve taksi soforleri! İnsanların hayatlarını tehlikeye en fazla siz atiyosunuz! Altınızdaki arabaların buyuk, cusseli olması, ya da kaza masraflarinin sizden cikmayacak olması galiba sizi tesvik ediyo!
Bu sozlerim tabiki acil hastasi olan arabalara, ambulans ve itfaiyelere degildir. Okuyan herkes kime oldugunu anlamistir.
BUNU GONULDEN DILIYORUM, KIRMIZI ISIGI GORE GORE, BILE BILE, ISTEYE ISTEYE GECEN SURUCU, BIR DAHA ARABA KULLANMAK NASIP OLMAZ INSALLAH SANA!!!
|
|
25 Temmuz 2009 Cumartesi
SICAK TATİL BİTTİ SIRA SERİN TATİLDE
Bu yaz belki de 5-6 yıldan beri ilk kez ailece tatile çıkma fırsatımız oldu. Ben de artık usta sürücü kıvamına yaklaştığım için uzun yol yapma konusunda da bir sıkıntım veya endişem yoktu. Ama ilk uzun yol destinasyonu olarak seçilebilecek belki de en zorlu ve uzak noktayı seçmiştik tatil için. Fethiye' ye gittik.
Ankara-Fethiye arası yaklaşık 650 km!! Dile kolay dostlar, vallaha git git bitmiyo yollar. Neyse giderken 11 saat (normalde otobüsler 9 saatte gidiyo ama biz çok mola verdik) dönerken de 9 saatte geldik. Genel olarak arabanın performansından da çok memnun kaldım yolda.
Bu tatilde oğlum Haydut da bizimle geldi :))) O kadar güzel oturdu ki yolculuk esnasında arabada, sanki çocukla beraber gitmişsiniz de sözünüzü dinlemiş gibiydi. Hiç huysuzlanmadı, kusmadı, sorun çıkarmadı. Bazen zar zor sığıp uyudu, bazen oturdu poposunun üstüne dışarıları izledi, molalarda çıkıp koşturdu suyunu içti, hadi arabaya diyince hiç ikiletmeden atladı içeri. Süper bir yolculuk oldu, hem onun hem bizim için. Sadece araba yolculuğu olsa iyi, Haydut bide Jeep Safari ye bizimle birlikte katıldı!! Sabahın 9 undan akşamın 8 ine kadar üstü açık jeeplerle Fethiye-Antalya arası nere varsa hepsini gezdik, millet sürekli su tabancaları ve hortumlarla bize su sıktı biz diğer turistlere sıktık, çamur banyosu yaptık, dağların tepelerinden gelen inanılmaz soğuk sularda yıkandık (kanyon/saklıkent)...
Çok güzel bir tatil oldu gerçekten. Fethiye çok güzel bir belde. Enfes koyları, sahilleri, doğası, ve süper denizi var. AMAAAA cehennemden sonra en sıcak yerdir bence!!! İnanılmaz sıcak, biz 55 dereceyi gördük!!!!! O kadar sıcakki, deniz akşama doğru resmen küvet sıcaklığı kıvamında oluyodu!
Tatil boyunca en zorlandığım olay hava sıcaklığıydı. Gerçekten boğulacak gibi oluyo insan sıcaktan! Diğer bir sıkıntı da saatlerce sahilde öylece oturma olayı idi! Ailece gidince diğerlerine uymak zorunda oluyosun tabi, onlar da denize girip, çıkıp gölgeye veya şezlonga geçip oturmak sonra yine denize girmek şeklinde zaman geçirmek istiyolardı. Ben baya bunaldım o aralar.
Bana asıl koyansa, aşkımın memleketine gitmeme rağmen çalıştığı teknenin seyir halinde olması nedeniyle bir kere bile görüşemememiz oldu. Tam o tura çıktı biz Fethiye ye geldik, bugün biz eve geldik, yarın o turdan dönüyo! Çok can sıkıcı bi olay oldu yani!
Ama genel olarak herkesin ihtiyacı olan bir tatildi, Haydutum bile yüzdü denizde :)) Bir daha ne zaman böyle bir fırsat buluruz bilemiyorum, belki hiç bulamıcaz ama tabi hiç belli olmaz, umarım daha nice tatillere hep beraber gidebiliriz.
Daha önce gitmeyenlere, ilk kez gidip gören biri olarak Fethiye yi tavsiye ediyorum kesinlikle. Özellikle ölü deniz, saklı kent (kanyon) mutlaka görülmesi gereken yerler. Gitmişken Jeep Safari ye de çıkın mutlaka, çok eğlenceli ve çok uygun bir fiyata 10-11 saat boyunca bütün güzel yerleri gezdiriyolar, yemek veriyolar, eğlenmeniz için ellerinden geleni yapıyorlar, benim şirketimin adı CADIANDA TOURS idi. Ekipleri süper, benden tavsiye...
Herkese iyi tatiller, bana da iyi serin tatiller artık...
|
|
11 Temmuz 2009 Cumartesi
Böyle Bir Yerde, Yarın Neler Olacağını Düşünmeden Saatlerce Oturmak İstiyorum

Bazen gerçekten bunaldığım ama tam nedenini çıkaramadığım günlerim olur, işte şu anda onlardan birini yaşıyorum. Halk arasında bilinen ismiyle depresyona 5 kala durumları. Böle nası içim sıkılıyo anlatamam. Yaşayan bilir. Yakın gelecekte ve onu takiben uzak gelecekte neler olacağı belli değil şu anda. Ve o zamanları düşünnmeye başladığımda bu hallere giriyorum genelde. Dertlerimi kıyasladığımda belki çoğu kişinin sahip olduğundan daha azına sahibim. Ama herkesin derdi kendini yorar.
İşte böyle anlarımda bu resimdeki yer gibi biyerde oturup, yavaş tempolu, akustik şarkılar eşliğinde zaman geçirmek, kafamı boşaltmak ve diğer herşeyi unutmak istiyorum...
|
|
10 Temmuz 2009 Cuma
911 EVRENSEL OLSUN

Bu aksam discovery channel da "real emergency calls" diye bi program izlerken aklima geldi bu konu. programin icerigi, herhangi bir zor durumdaki insanin 911 i arayip yardim istemesi ve ardindan gordugu yardim idi. Mesela bi adam engelliydi ve yuruyemiyodu, evinde yangin cikmisti 911 i arayinca direk itfaiye hattinda aktariliyor, oradaki santralde gorevli olan uzman kadin bir yandan ekipleri adamin evine yollarken, diger yandan adami sakinlestirip yapmasi gerekenleri soyluyordu. Sonunda adami kurtardilar. Baska bi olay hirsizlik olan bir evdeki insanlarin aramasi uzerine bu sefer hattaki yardim isteyen kisi polis hattina aktarildi ve kadin onu yonlendirirken polisler de eve dogru yola cikti.
Beni en cok etkileyen olay ise, bir adam 911 ariyo ve karisinin dogurmak uzere oldugunu soyluyo. Hatta gorevli olan uzman, hemen yaninda duran kitap benzeri seyi eline aliyo, o kitapta her turlu acil durum sayfa sayfa klasorlenmis ve acil durumlarda yapilmasi gerekenler sirayla yaziyo. Hattaki uzman kadin, yardim isteyen adama teker teker ne yapmasi gerektigini anlatiyo ve boylece daha once hic yapmamis olmasina ragmen adamin karisina dogum yaptirmasini sagliyo, o anda tabi ambulans ve paramedik ekibi hemen olaya mudahale ediyorlar.
İste ornekler boyle gider. Bizim ulkemizde nasil oluyo bu olaylar!!! Yok polis icin 155 i, yok itfaiye icin 110 u, hizir acil icin 112 yi aramamiz gerekiyo, sonra da tabi yapabilirsek derdimizi anlatmamiz. Neden bu numaralarin hepsi 911 e baglanmiyo? Ne yani biz Amerikan ozentisi degiliz halleri mi soz konusu? Derhal gecilmeli bu sisteme, adamlar bu konuda aşmışlar kendilerini, bari ornek alalim biraz.
Bu arada yeni ogrendim, cep telefonu ile arayanlar bulundugunuz sehrin alan kodu ile (mesela Ankara daysanız 0312 yi basa koyarak) 444 0 911 i ararsaniz en yakin ambulans size yonlendiriliyormus, zaten sabit hatlar direk 444 0 911 i arayabilir. denemedim umarim siz de hic denemek zorunda kalmazsiniz ama aklinizin bir kosesinde dursun
|
|
8 Temmuz 2009 Çarşamba
İLK DURAĞIM COUTANCES, FRANSA


Okul bittikten sonra ne yapacaksın diye sorduklarında aklıma ilk gelen şey yurt dışına gitmek olurdu. Bu sene artık son sınıfta olduğum bilincine vardıktan sonra yurt dışına nasıl gidebilirim diye iyice araştırmaya başlamıştım. En sonunda süper bi program bulmayı başardım. Devlet Planlama Teşkilatı ve Ulusal Ajans' ın organize ettiği AVRUPA GÖNÜLLÜ HİZMET/EUROPEAN VOLUNTARY SERVICE programını keşfettim. En basit tabirle size açıklamaya çalışıyım:
Yurt dışında gönüllü bir hizmette çalışıyorsun, sana cep harçlığı, kalacak yer veriyolar. Buradan giderken alacağın uçak biletinden, oradan gelirken alacağın uçak biletine kadar heeeeeeeer şeyi DEVLET babamız ödüyor saolsun :)) sen sadece orada sana verilen işleri yapıyosun, gittiğin ülkenin yerel dilini öğrenmek için sana verecekleri BEDAVA dil kurslarına katılıyosun ve verdikleri harçlıkla, haftasonları hep izinli olduğun için, gezebildiğin kadar geziyosun. İster başka bir avrupa birliği ülkesine git gez, ister bulunduğun ülkeyi keşfe çık sana kalmış. İşte olayım budur :)
DAHA FAZLA AYRINTI İSTEYEN ARKADAŞLAR VERECEĞİM LİNKLERE MUTLAKA BAKIN:
www.kasifiz.biz
www.avrupagonulluhizmeti.info
BU SİTELERDE BÜTÜN CEVAPLARINIZ VAR
Evet devam edelim,
Ben ilk hedefim doğal olarak İspanya idi. Sadece oraya gitmek istiyordum, belki Portekiz de olabilir diye düşünüyordum. Ama sonra uzmanlarla konuştum ve çemberimi genişletmeye karar verdim. O nedenle İspanya, Portekiz, Fransa, İtalya ve Belçika' ya başvurular yaptım. 2000 e yakın mail yolladım bu ülkelerdeki projelere toplamda. En sonunda Fransa' nın kuzey batısında, Normandiya bölgesinde küçük ama güzel bir kasaba olan COUTANCES' den olumlu bir mail aldım. Benim başvurumu kabul etmişlerdi ve 1 yıllığına orada çalışmam için beni çağırıyolardı. Hemen yazışmalar yapıldı ve böylece avrupa kapısını aralamış oldum. Eskiden beri Fransızca öğrenmeyi çok istemiştim ama hep zor geldiği için vaz geçmiştim, artık zorunlu olarak öğreneceğim :) Şimdi gideceğim tarih olan Ekim ayını bekliyorum. Umarım bir sorun çıkmaz ve ben de 1 yıl boyunca güzel ve rahat bir şekilde Fransa' da yaşar, diğer istediğim tüm ülkeleri de şengen vizem sayesinde gezip görebilirim. Resimlerden gideceğim yer olan Coutances' e bakabilirsiniz.

Bitanecik sevgilim, Aslım da benim gibi bu programa başvurdu ve o da İspanya' ya PALMA de MALLORCA' ya gidiyor. (benden daha şanslı çıktı çakal) Amacımız, boş vakitlerimizi denk getirip, her ay avrupanın başka bir ülkesinde buluşup gezmek ve oraları fethetmek :) Harika olucak gerçekten :))
|
|
7 Temmuz 2009 Salı
İşte Önümde Bomboş Bir Sayfa ve Sürprizlerle Dolu Hayat
İşte en sonunda baştan beri hedef olarak belirlemiş yerdeyim. 5 yıllık eğitimin ardından, derslere girdiğim en son yer olmasını umut ettiğim üniversiteden mezun oldum. Üniversiteli olmaya çalışırken ki çabalarıma değdi mi derseniz, değdi bence. Çok mu mükemmeldi? HAYIR! Daha en başında devlet üniversitesi olmasının getirdiği imkansızlıklar ve saçmalıklar silsilesi insanı yeterince yıpratıyo. Üstüne kampüs demeye bin şahit gereken, beton bloklarla kaplı, bir futbol sahası büyüklüğünde bile olmayan mekanımız ayrı bir efsaneydi. Yani şimdi ne demek bu falan demeyin. Kapasitesinin çok çok üzerinde bir miktarda öğrenci barındıran, her tarafı beton grisi olan, çim veya ağaç olgusunun her sene azaldığı bir yerden bahsederken başka birşey söylemek gelmiyo içimden işte! Neyse işte bir sürü aksaklık vardı ama şimdi ohooo hepsini yazmaya üşenirim valla. Güzel yanlara geçelim tabi :) Hayatım boyunca unutmayacağım, hepsinden az ya da çok birşey öğrendiğim, arkadaşım diyebileceğim insanlarla tanıştım tabiki. Aralarında en fazla değer verdiğim 3 kişi oldu kuşkusuz. Biri bayan, diğer ikisi erkek olan bu şahıslar kendilerini bileceklerinden ayrıntıya gerek yok :) Sonra, şu sıralar milletin öğrenmek için öldüğü İspanyolca' yı Türkiye standartlarında öğrenebileeğim kadar öğrendim. Üstüne temel seviyede de olsa Portekizce yi de koydum :) Ah bide Japonca' yı da kapsaydım...
En rahat senem kuşkusuz hazırlık senesiydi. Sonraki sene 1. sınıf beni göçertti adeta! Ortalamam 1.79 lara kadar indi, 4 dersten kaldım! Kabus gibiydi. Ama sonra o özel bayanla tanıştım ve herşey yoluna girdi. Onun sayesinde çabucak toparlandım. Sonraki seneler giderek zorlaşıyo gibiydi. Hızla geçen zamanın ardından bir baktım ki gelmişim son seneme. İlginçti, çünkü en zor olmasını beklediğim sene, en rahat geçirdiklerimden biri oldu. Tabi bunda artık İspanyolca' ya hakim olmanın ve son sene olması nedeniyle hocaların bizi kasmamaları da etkili oldu. Amaaa o bitirme tezi yok muydu!!! XVI. Yüzyıl İspanyolcası ile yazılmış, Mateo Aleman isimli herifin ünlü pikaresk romanı GUZMAN DE ALFARACHE' nin 3. bölüm çevirisiydi tezimin konusu. Açıkçası hazırlıktan beri tez konusunda tek bir fikrim vardı. O da ne olursa olsun çeviri tezi yapmaktı. Çünkü bi düşünün yapmanız gereken şey için ne araştırma yapmanıza gerek var, ne de hocanızın peşinde kaynak peşinde koşturmaya. Sana verilen kitabı al çevir ve mezun ol. Ne güzel di mi? HAYIR! Hiç de güzel değilmiş. Yanlış anlaşılmak istemem, hala tez konusunda çeviri benim için tek seçimdir. Ama mümkünse yaşadığım yüzyılda ortaya çıkan bir eser olsun. Her neyse, 2. sınıfın sonunda aldığınız tezinizi, son seneniz olan 4. sınıfın son 2 ayında yapmaya başlarsanız, biraz sıkışmanız muhtemel! :) İşte dostlarım, ben de tam öyle yaptım. Orjinal kitabı görmeden kimse yaşadıklarımı anlayamaz, boşverin geldi geçti işte. (bu arada 2 ayda yapılmış bir çeviri tezinden 90 almak gerçekten önemli birşeydir bunu da belirtiyim)
Hep mezun olmuş arkadaşlarıma özenirdim okul devam ederken. Sorardım; "Öğrenci olmamak nası bişey?" diye. Artık ben de biliyorum. Bir daha ödev hazırlamak YOK, sınavlara sabahlara kadar çalışmak YOK. Ama artık arkadaşlarımla geçireceğim o güzel günlerim de yok. Ders çıkışı sinemalar, yemekler, PES oynamalar... Aslında öğrenci olmakmış hayattan zevk çıkarmak için zaman bulmanı sağlayan. Ben bunu azıcık geç farkettim, belki de fırsatları göremedim. Malup futbolcuların dediği gibi ; "Önümüzdeki maçlara bakıcaz".
Asıl hayat şimdi başlıyor, asıl arkadaşlıklar şimdi belli olacak. Acaba 10 yıl sonra bu gün nerde ve ne yapıyo olcam? Umarım şu an oturduğum yerde olmam :)
|
|
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)